Türkiye 2000’li yılların başlarında ekonomi, uluslararaıs ilişkiler, toplum ve hukuk alanlarında gerçekleştirdiği reformlarla “muasır medeniyet seviyesine ulaşma” hedefine hızlı ve güvenilir adımlarla ilerlemekteydi. Bunun somut verileri vardı elimizde. Ancak atılan adımlar, toplum nezdinde tam anlamıyla bilinip hissedilemediğinden dolayı kırılgandı, hassastı, ürkekti.
Ortaya konulan güzel eserler ve niyetler her an zarar görebilir, kötücül düşünceler tarafından yok edilebilirdi. Toprakla daha yeni buluşup kök salmaya başlayan bir fidan misali ortaya konulan reformların meyveye durması için zamana, ilgiye ve korumaya ihtiyaçları vardı. Aksi halde komşunun haylaz çocuğu, evin yaramazı, kendini bilmez bir vandal ya da hasım veya hasetler fidana kolayca zarar verebilir, ekildiği topraktan söküp kurumaya terk edebilirdi.
Öyle de oldu, bu mumu yakan el, ortamın aydınlanmasından en çok zarar görenlerden birinin kendisi olacağını farketti ve bir bahane bularak yaktığı ışığı söndürdü.
Memleketin son iki yüzyılı bu tür yapbozlar, yıkımlar ve talanlar tarihidir bir nevi. 2004 yılından buyana bazı bahaneler öne sürülerek ekonomi, güvenlik, adalet, birlik ve bütünlük gibi kavramlara saldırılıyor. Hamaset diz boyu; yalan, yüzleri kızartmıyor artık. Her kişi ve kurum yıkımda, talanda ve iftirada birbirleriyle yarışıyor.
Bir kısım mirasyediler daha öncekilerin kazanımlarını aralarında pay ederken, daha başkaları bu karanlık ortamda milletin geleceğini aydınlatan mumları söndürmekle meşgul.
Bu yağma, yıkım ve ihanetlere dur diyecek akıl ve vicdanların bazıları bu yapılanlardan gizli gizli haz duyarken, bir kısmı ölü taklidi yapıyor; azınlıkta kalanlar ise seslerini duyuramıyor.
Tahribata en çok maruz kalan değerimiz: Adalet.
Hukuk, ekmektir; can ve mal güvenliğinin teminatıdır; şereftir, namustur.
Adalet, güçlü ve sağlam gözüktüğü oranda hassas ve kırılgandır da.
Yüksekte duran ağır bir taşa benzer adalet. Yukarıdan tek bir kişinin dokunmasıyla yuvarlanıp düşebilir. Tekrar yukarı çıkartılması için ise daha fazla kuvvet gerekir (Cemil Meriç, Mağaradakiler, s.206).
Adalete yapılan saldırı şu anda devletin en tepesinden geliyor. Sanki devlet tüm silahlarıyla, temelini oluşturan ve varlığını borçlu olduğu adaleti öldürmeye çalışıyor gibi. Tam bir cinnet ve delilik hali bu. Zaten bütün intiharlar geçici veya sürekli bir akıl tutulması eseri değil midir?
Şu anda yaşadığımız üzüntü çok derin. Bir yanda bireysel mağduriyetimiz, diğer yanda memleket ve dolayısıyla insanımızın varlığının, huzur ve güvenliğinin tehlikede olması kederimizi daha da katmerleştiriyor.
Yıkmak kolay, ancak imar ve inşa bir o kadar zor. Yıkıcı olmak için herhangi bir nitelik gerekmiyor. Yıkım kısa sürede gerçekleştirilebiliyor. Buna karşın imar için, usta ve maharetli el ve beyinlerin bir araya gelerek aylar ve hatta yıllar boyu çalışmalarına ihtiyaç vardır.