Hukuk ilmini icra edenler, Anayasanın 138. Maddesinden haberdardırlar, söz konusu maddede “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler” denilerek yargıç ve aslında yargıç gibi tarafsızlığı yokmuş gibi kabul edilse de Anayasada açıkça hakimlere ilişkin hakları düzenleyen maddelerde savcılara da atıfta bulunulmuş olmakla hâkim gibi değerlendirilen savcıların bağımsızlığına işaret edilmektedir. Kuşkusuz yargıç ve savcıların bağımsızlığı çok önemli ise de bu yazının konusu “Vicdan”dır bunun üzerinde durmaya çalışacağız.
Vicdan, Türk Dil Kurumu sözlüğünde, “Kişiyi kendi davranışlarıyla ilgili olarak bir yargıda bulunmaya yönelten, kişinin kendi ahlaki değerleri üzerinde dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan, kişiye doğruyu ve iyiyi yapma yükümünü de yükleyen içsel güç:” olarak tanımlanmıştır. Yukarıda Anayasanın 138. Maddesine dikkat edilecek olunursa; Yargıç veya Cumhuriyet Savcısı bir hukuki hadise ile ilgili sorunu çözerken öncelikle normlar hiyerarşisine uyacak son olarak var olduğuna inandığımız vicdanına müracaat edecektir. Bu halde, Normlar hiyerarşisini aldığı talimat gereği uygulamaktan kaçınan yargıç “Devletin Bekası” kavramının arkasına gizlenerek vicdanını pazara çıkarırsa “Millet Adına” üstlendiği yargı yetkisini kullanırken de elbette adına yetki kullandığı milletine en büyük zararı veren olacaktır.
Buyurun bunu organize bir halde, “Devletin Bekası” kavramının arkasına gizlenen Yargıda Birlik Derneği(YBD) özelinde değerlendirelim. Pek çok insan belki de benim ve benim gibi meslektaşlarım tarafından bugünlerde pek çok yazıyla konu edilmesi üzerine Yargıda Birlik Derneğinden (YBD) haberdar olmakta, oysa bugün Türk Yargısının beyin ölümünün gerçekleşmesine neden olan organizasyonun ismi YBD`dir.
17/25 Aralık 2013 soruşturmalarının hemen bir iki gün sonrasında, neredeyse tüm adliyelerde ve merkez teşkilatında bir şaşkınlık yaşanırken, odalarda ve servis araçlarında yargıç ve savcıların ittifakla kabul ettikleri tek bir gerçek vardı “YOLSUZLUK!” Bu ifadeyi de kendi aralarında söylemekten çekinmiyorlar, “ Ne büyük yolsuzluk yapmışlar.” cümlesini de her yerde söylüyorlardı. Ne ki aradan geçen üç beş gün sonra, bir anda söylemler biçim değiştirmeye başladı tam da bu süreçte bir anda sahaya “Devletin Bekası” kavramı sürüldü.
Öyle anlaşılıyordu ki yargı camiası içerisindeki cemaat ve tarikat müntesibi yargıç ve savcılar merkezden gelen talimatın cemaat ve tarikat liderlerine aktarılması sonrasında tepeden aldıkları talimat gereğince bir anda “Devletin Bekası” sütresini hatırlamış oluyorlardı. Esasen ortada bekası sağlanan devlet değil de birkaç kişinin iktidarıydı ancak gelin görün ki onlara gelen talimat bu birkaç kişinin arkasında sıralanmalarını onlar için zorunlu kılıyordu. Hatta tam da bu dönemde İslami duyarlılıklarıyla öne çıkan yargı mensuplarından bir kısmı da imanın şartlarından biri de (soruşturmayı yapanlar kastedilerek) “Haddini Bilmektir” demekten çekinmiyorlardı.
Görüldüğü gibi mevzu çamuru savunmak olunca bunu aklama gayreti tüm değerleri de yok etme pahasına rahatlıkla sahaya sürülebiliyordu. İşte tam da bu atmosferde yargıda benim tanımlamamla “Devletin Bekası” ekibi ortaya çıktı. Ortaya çıkan bu kavram yargının iflasını sağlayacak rezilliğin sütresinden başka bir şey değildi. Ancak kabul edelim ki yargı mensuplarının bir kısmı halen bu söylemi olur olmaz her yer de ifade eden meslektaşlarının bir kalp taşıdıklarını ve bu kalbin kendilerini yanıltmayacağını Anayasanın 138. maddesi gereğince sonuç olarak vicdani kanaatlerine göre karar vereceklerine inanıyorlardı. Pek çok kişinin yanıldığı şey ise tek tek kalplerin organize bir kötülük haline dönüşen bu organizasyon içerisinde yok olup gideceği gerçeğiydi. Yargıda Birlik Derneği oluşturduğu örgütlü haliyle tek başlarına bırakıldıklarında kalplerinin sesini dinleyecek hakim ve savcıların kalplerinin sesini dinlemelerinin önündeki en büyük örgütlü engel oldu. Hükümetin desteğini arkasına alıp kendileri dışındaki herkesi elde ettikleri kamu gücünü de kullanarak terörist ilan eden bu organizasyonun, milletin bir klasiği olan mazlumdan yana değil güçlüden yana tavır alma davranışının yargıdaki izdüşümü olarak kısa zamanda bu organizasyon içerisinde yerlerini aldılar. Unutmamak lazım, ilk aşamada katılanların önemli bir kısmı da çeşitli nedenlerle disiplin soruşturmasına ve ceza soruşturmalarına muhatap olmuş yargı mensuplarından oluşuyordu. Nitekim YBD nin ilk vaatlerinden biri de disiplin affıydı. Bu vaat bile esasen bu organizasyonunun tam olarak ne olduğunu anlatmak için yeterliydi.
YBD`nin hukuk dünyasına kattığı hiçbir artı değer olmadı, bilakis bugün Yargı düzeninde hangi kesimden olursa olsun yaşanılan tüm acıların arkasında YBD bulunmaktadır. Düşünün bir yargıç karar vermek isterken Anayasanın 138. maddesinde sayılan sırayı takip etmek yerine öncelikle yapılan tüm usulsüzlüklerin kötü bir örtüsü olan “Devletin Bekası” kavramını gözetmekte ve buna uygun değilse sanıklara cezalardan ceza beğen diyebilmektedir. Bütün bu kötülük icra edilirken YBD`nin Millet tarafından çok da farkedilmediğini gördük. Milletin çoğunluğu nazarında adalet, “Veraset ilamını” çabucak almaktan başka bir şey ifade etmiyordu. Elbette normal zamanlar için “Veraset İlamı” adalet için yeterli iken, ülkede baş gösteren ekonomik sıkıntılar, gelir dağılımındaki adaletsizlikler ve açlık aslında Veraset ilamı eşittir adalet algısını yerle bir etti. Oysa Jacques Verges, “Savunma Saldırıyor” isimli eserinde, “Yargının bağımsız ve tarafsız olup olmadığını biz siyasi davalarda anlarız” demekteydi. Bugün geldiğimiz noktada yargının beyin ölümünü gerçekleştirenlerin kendi vicdanlarını da askıya aldıklarını görüyoruz. Bütün bu acıları yaşatanlara maalesef yaşatılan bütün bu acılardan sonra yargı bağımsızlığının halen tam olarak ne anlama geldiğini anlayamamış olsalar da milletin ifadesiyle “Vicdanınız Kurusun” demek istiyorum ancak tüm yaşattıklarından sonra biliyorum ki vicdanları da yok ki kurusun!
The post YARGIDA BİRLİĞİN YOK ETTİĞİ YARGICIN VİCDANI first appeared on Hukuk Penceresi.
Source link